14 Ocak 2015 Çarşamba

TAŞ MİNARELERİNİN GELENEKSEL YAPIM TEKNİKLERİ

Minarenin ana malzemeleri; taş, taşları yatayda ve dikeyde bağlayan metal aksam; kenet, zıvana ve dolgu malzemesi, yapıştırıcı olarak kullanılan horasan harç ve kurşundur.
imalat yapılırken su terazisi, gönye, çekiç, murç, kalem, levye, kurşun levhaları eritmek için uzun kollu kap (cezve) ve ateş yakmak için basit, mangal gibi metal ağzı açık kutu, taş aralarına harç koymak için mala kullanılır. Günümüzde ise şerit metre, matkap, kesici sprel, tüplü ocak kullanılmaktadır.
imalat, minarenin büyüklüğüne göre değişmekle birlikte, genellikle, bir taş ustası, iki taş usta yardımcısı, malzeme taşıyan üç düz işçi ve dört taş yontucu birlikteliğinde 10 kişi tarafından yapılır.
Minarede temel imalatı ve kaideden sonra yükseklik artınca minare etrafında ustanın rahatça çalışması için gövde duvarından 70-100 cm boşluk oluşturularak iskele kurulur. Minarenin çevresinde, çalışmak için kurulan iskeleden başka, dışarıdan malzeme çekmek için yük asansörü de gerekmektedir. Bu sayede taşlar daha hızlı bir şekilde yukarı taşınabilir.
Minarenin imalat aşamaları aşağıda sıralanmıştır:
şantiyeye blok halinde gelen taşlar projesine uygun olarak, şablonlar yardımıyla hazırlanır. Proje yok ise şerefe kotu, kıble yönü, giriş kapısı ve basamağın sağdan bağlayacağı hesap edilerek dengeleme yapılır. şerefe kapısı daima kıbleye açılır.
şantiyede, demir çubuk ve ona takılı ahşap vasıtasıyla büyük bir pergel oluşturulur. Bu pergel yardımıyla merkezden eşit uzaklıkta tam bir çember çerçeve oluşturulur. Minarede montaj yapılmadan önce sahada örgü denenir.
istanbul taş minarelerinde en çok yedek basamaklı örgü sistemi kullanılmıştır. Basamak, varsa yedek basamak ve aynı kottaki dış duvarların birleşmesi ile oluşan sisteme minarede “kur‟‟ denir. Kurdaki basamak ve duvarı oluşturan taşlar genellikle yekpare büyük parçalar şeklinde örgüye sokulur. Kurda basamak ve dış duvar taşları kenet vasıtasıyla yatayda bağlanır. şmalatta kullanılan suyu alınmış dövme demir kenetlerin taşa giren ağız kısmı zıvana benzeri içe doğru genişlemektedir.
Yığma yapı tekniği ile örülen minarelerde bir üst kura geçilirken zıvanalar devreye girer. Zıvanalar kurşun dökülerek taşla birleştiği noktada çıkma olmaması için yuvada diş olacak şekilde hazırlanmıştır. Zıvanalar minare duvar örgüsünde dikey ve yatay gelebilecek deprem yüküne karşı çalışmaktadır.
Dış duvar örgüsündeki taşlar derzler üst üste gelmeyecek şekilde şaşırtmalı olarak örülür. Basamaklar da dış duvara 10-15cm girecek şekilde ya da dış duvar boyunca (25-30cm) yerleştirilir.
Örgü sırasında bir üst kura geçilirken üsteki taşın alt kısmına gelecek yüzündeki yuva kısmına önce kurşun dökülerek zıvana sabitlenir. Sonra ters çevrilerek alt kurdaki taşın yuvasına girecek şekilde yerleştirilir. Attaki taşta açılan oluktan yuvaya kurşun dökülerek bağlantı tamamlanır.
Zıvanalar minare örgüsünde dikey ve yatay gelebilecek deprem yüküne karşı çalışmaktadır.
Temel çaplanmış iri moloz taşlarla dolu bir şekilde dolgusuz örülür. Kaide bölümünde ise gömlekli sistemle imalat yapılır. Gömlek ile dış duvar arası dolgu ile geçilir.
Yedekli basmak örgü sisteminde 2-3 basamakta bir, çekirdekli basamak yedek basamağın üstüne bindirilir. Bu imalat tekniği ile minarenin görünen basamakları, iki çekirdeksiz bir çekirdekli olmaktadır. Basamak yan yana örgüye sokulabileceği gibi açının büyük tutulduğu durumlarda araya dolgu malzemesi gelebilmektedir. Araya dolgu olarak tek parça taş da gelse buna 2. Yedek basamak diyemeyiz.Yedek basamaklı minare kur planında, iki parça basamak taşı arası dolgulu ve dolgusuz yapılabileceği gibi tek parça basamak taşı da kullanılabilir. Dolgu malzemesi için genellikle horasan cüruf ve taş kırığı karışımı kullanılır.
Tek parça büyük basamak taşları genellikle çapı küçük olan mescit minaresi örgüsünde kullanılmaktadır.Yedekli basamak örgüsünde bir kurda 1 adet çekirdekli ve bir adet de çekirdeksiz yedek basamak vardır. Ara bölüm malzemesi taş da olsa, harç ta olsa dolgudur. Çekirdekli basamağın yedek basamağı aynı kur ve kottaki basamaktır. Altındaki ya da üstündeki basamak ancak diğer kurun yedek basamağı olabilir.
Minare basamağı yaklaşık 90 derecelik daire dilimi şeklinde tek parça taş malzemeden oluşabilir, bu tip imalat ile çekirdekli basamak ve yedek basamak bir bütün halinde tek taş plakası içinde oluşturulmuş olur.
Çekirdekli basamak ve çekirdeksiz basamak kenet yardımıyla birleştirilir. Kenetlerin taşa saplandığı yerdeki boşluk kurşun akıtılarak doldurulur. Çekirdekli basamağa açılan yuvaya zıvana takılarak dikey bütünlük sağlanır.Minaredeki yük, basamaklar ile çekirdeğe ve yan gövde duvarlarına aktarılarak zemine kadar ulaştırılır.
şerefe kısmı imalatın en zor bölümüdür. Konsol imalatında minare duvarından şerefe taşları kademeli olarak dışarı taşırılarak örgü sağlanır. Konsolların dikeyde bastığı nokta olmadığından  yer düzlemine ters yönde bir kuvvet oluşacaktır. Bu noktada seri bir şekilde petek imalatı yapılarak kuvvet dengelenir. Petek imalatı yapılmadan yük arttırıcı şerefe korkuluğu imalatı yapılmamaktadır. şerefe Korkuluklarında plaka taşa kademeli olarak murç çekiç yardımıyla işlenerek istenen şekil verilir.
Petek kısmı içi boş olduğu için depremde en çok zarar gören yer olmuştur. Bu yüzden genellikle basamaklar yedeksiz olarak 7-8 basamak petek kısmında örülmeye devam edilir.Son basamak taşının çekirdek kısmında açılan yuvaya külah ve alemi taşıyan seren direği yerleştirilir. Birleşim noktasında yalıtım için kurşun levha, bağlantı için metal veya ahşap zıvana kullanılır.
Yine düğüm noktasında ahşabın açma yapmaması için seren başlangıcı metal elemanlarla sarılarak desteklenebilir. Külah genellikle ahşap iskelet kurularak kurşun ile kaplanır. Kurşun kaplamanın altında caminin diğer bölümlerinde yalıtım için çamur sıva kullanılırken, külah bölümünde eğimin çok olması nedeniyle keçe serimi uygulaması yapılır. Keçe, güneşte aşırı ısınan kurşun levhalar için ısı yalıtımı ve levhaların sert ahşaptan zarar görmemesi için yastık görevi yapmaktadır.

Seren direği Külah örtüsünün kurşun kaplamasının tepede birleştiği noktadaki açıklığı kapatan kurşunların rüzgarda kalkmaması için kapak görevi yapan alemin içine kadar uzanır.
Minarenin temeli toprak kotundan aşağıya düştükçe kademeli olarak genişleyerek noktasal yükün dağılarak zemine aktarılmasını sağlar.

Minare girişi kaide bölümünden olup, birinci basamak sağ taraftan başlayarak yükselmektedir.

Kaideden gövdeye geçiş, Türk Üçgenleriyle oluşturulan küp kısmında sağlanmaktadır.

Minarenin en yüksek bölümü olan gövde kısmında yedekli minare basamakları gövde duvarı ve çekirdek arasında bütünlüğü (rijitlik) sağlayan bir kiriş gibi çalışarak ve bir altındaki basamaktan da destek alarak kademe kademe yükselmektedir.

Kurların oluşturduğu tam bir dönmeyle tur oluşur. Yapıya benzettiğimizde kat diyebileceğimiz her turda aydınlatma için bir menfez açılır.

Müezzinin ezan okumak için çıktığı gövdeden kademe kademe genişleyerek konsol olarak çalışan şerefe bölümün kapısı kıbleye doğru açılır. şerefe döşeme parçaları gövdeden dışa doğru tek parça daire dilimlerinden imal edilir.

Petek kısmının daha rijit olabilmesi için gövdeden basamaklar şerefe kotundan sonra 5 adet basamak daha örülmüştür. Minarenin çatısı diyebileceğimiz külah, tamamlayıcı elemanı alem ve seren ilişkisi bu kısımlarda görülmektedir.


Bir turdaki bütün kurlar adım adım tek tek gösterilmiştir. Burda yaklaşık 90 derece oluşturacak şekilde örülen minarede bir basamağı, altındaki üç basamağın desteklediği görülmektedir.

Minareler basamak örgü sistemine göre; yedekli, yedeksiz, duvar örgü sistemine göre gömlekli, gömleksiz olarak inşa edilebilmektedir. Minare yapım sistemlerinde en zayıf örgü yedeksiz olarak inşa edilen, statik olarak en sağlıklı olan ise gömlekli ve yedekli örgü sistemiyle yapılanlardır.
Minarede; yedek basamak açısı geniş tutularak ve gömlekli minare tekniğiyle çap genişletilerek, merdiven boşluğu minimum düzeyde tutulmuştur. Bu sayede yaklaşık %80 dolulukta bir sütun diyebileceğimiz yüksek minareler inşa edilebilmiştir.


(Kıvanç Hamdi Kuşüzümü, İstanbul Minarelerinin Geleneksel Yapım Teknikleri ve Günümüzdeki Restorasyonu, Yüksek lisans tezi, 2010)

Geleneksel Şanlıurfa Evleri üzerine

Anadolu evleri arasında ayrı bir gurup oluşturan “Güneydoğu Anadolu Evleri” içerisinde yorumlanması gereken Şanlıurfa evleri, yüzyıllardan beri bu bölgede süre gelen mimari bir geleneğe dayanır. Gerek malzeme seçimi ve gerekse plan uygulaması yönünden Urfa evlerinde ve evlerin oluşturduğu sokak görünümlerinde iklimin büyük etkisi görülür. Kalker taşından yapılmış kalın duvarların ve tonoz örtülü toprak damların kullanılmasıyla yaz aylarının gölgede 45-47 dereceye kadar varan sıcaklığı büyük ölçüde hafifletilmiş sokakların dar, duvarların yüksek tutulmasıyla da hemen hemen günün her saatinde güneşte yanmadan yürünebilecek bir kesim elde edilmiştir.47 Bölgenin orman kayaklarından yoksun olması, kentin güneybatı kesimdeki dağlarda bulunan kalker taşının (Urfa Taşı) işlemeye elverişli olması mimaride ana malzeme olarak taşın kullanılmasına yol açmıştır.
Urfa evlerinin haremlik ve selamlıklı olarak inşa edilmeleri ve sokak tarafından penceresiz, yüksek duvarlarla çevrilerek gizlenmeleri İslam’daki aile hayatının mahremiyeti gereği ortaya çıkmıştır.49 Bu şekilde dışarıya kapalı olan evlerin birer “saray”ı andırır ölçüde büyük ve teşkilatlı yapılmasının nedenini de birleşik aile düzeninde ve dolayısıyla ailelerin kalabalık olmasında aramak gerekir.50 Ailedeki erkek çocukların evlenmeleri halinde ayrı birer ev tutmayarak baba evlerinde oturmaları büyük ve teşkilatlı ev planlarının doğmasına neden olmuştur.51 Dış görünüşündeki penceresiz yüksek duvarlarla bir kale gibi sokağa kapalı olan Urfa evlerinin iç kısımlarında genellikle ahşap ve taş süsleme göze batmaktadır.52 Evlerdeki süslemenin dini ve eğitim yapılarından daha gösterişli olması günün tamamını  evinde oturarak geçiren kadına, sıkılmayacağı zevkli bir ortam yaratma düşüncesindendir.53 Ünlü Fransız Sanat Tarihçisi Albert Gabriel’in “Türkler süslemeyi gösteriş için değil, kendi zevkleri için yapmışlardır” sözü de bu önemi yansıtmaktadır.
HACIKAMİLZADE KÜÇÜK HACI MUSTAFA EFENDİ KONAĞI
1890’da inşa edilmiştir.Avrupai tarzda konak mimarisi ile geleneksel tarzda Urfa evi mimarisinin kaynaştığı bir özelliğe sahip olan konak, bodrum üzerine 2 katlı olarak düzgün kesme taşlardan inşa Edilmiştir.



Kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen bir plana sahiptir. Kuzey cephedeki kapıdan girilen iki katlı bölümün alt katında doğu-batı yönünde uzanan büyük bir salon bulunmakta. }Develiğin ayrıca sokak tarafından girişi bulunmaktadır. Kuzey yöndeki giriş kapısının karşısına gelen merdivenle ikinci kata çıkılır.Kuzey girişinin karşısındaki merdivenin sağında ve solundaki kapılarla iç avluya geçilir. Geleneksel Urfa evleri planında tasarlanmış olan kare avlunun ortasında dilimli bir  havuz bulunmaktadır. Kuzeygüney yönde uzayan mutfak avlunun güney doğu köşesinde olup içersinde kuyu bulunur.Yapının biri iç diğeri dış olmak üzere iki avlusu bulunmaktadır. İç avlu haremlik bölümünün orta kısmında yer almakta olup, kuzey-güney yönde kare planlı olarak yapılmıştır.Diğeri dış avlu niteliğinde olup oldukça geniş tutulmuştur.Bu avluya giriş, biri batıda diğeri doğuda olmak üzere iki kapı ile sağlanmaktadır. Görkemli olan kapı taç kapı niteliğinde olan doğudan açılan kapıdır.Kuzey güney doğrultusunda dikdörtgen bir plana sahip olan bodrum bölümü yapıyı alttan boydan boya dolaşmaktadır. Üst örtü sistemi çapraz tonoz ile örtülüdür. Bu bölüme giriş iç avludan iki, kuzeyde yer alan giriş bölümünde bir olmak üzere toplam üç adet kapı ile sağlanmaktadır.Kuzey güney doğrultusunda dikdörtgen bir plana sahip olan bodrum bölümü yapıyı alttan boydan boya dolaşmaktadır. Üst örtü sistemi çapraz tonoz ile örtülüdür. Bu bölüme giriş iç avludan iki, kuzeyde yer alan giriş bölümünde bir olmak üzere toplam üç adet kapı ile sağlanmaktadır.Birinci kat girişi kuzey yönden basık kemerli bir kapı ile sağlanmaktadır. Odaların kapı ve pencere açıklıkları dikdörtgen formda yapılmış olup, ahşap kaplamalıdır. Giriş mekanı ve odaların üzeri çapraz tonoz örtü sistemi ile örtülüdür. Odalar genelde kare planlı olarak yapılmıştır.Giriş bölümünün devamında güney tarafta üst kata çıkışı sağlayan merdiven ve merdivenin iki yanında iç avluya geçişi sağlayan kapı açıklıkları bulunmaktadır. İç avluya ayrıca batı cepheden açılan bir kapı ile de giriş sağlanmaktadır. Avlunun batı tarafında tonoz örtülü bir eyvan ve giriş kapısı bulunmaktadır. Avlunun güney batısında ıslak hacimlere yer verilmiştir. Avlunun güneyinde önde revaklı bir bölüm, revakların arka tarafında bir su kuyusu, su kuyusunun batısında bir oda, doğusunda ise dama çıkışı sağlayan merdivene yer verilmiştir. Revaklar üç gözlü olup, yanlardan duvara ortadan ise sütunlar üzerine oturmaktadır.İkinci kat dikdörtgen bir plana sahiptir. İkinci kata giriş iki kapı ile sağlanmaktadır. Orta bölümde ise camekanla kapatılmış eyvan şeklinde bir bölüm bulunmaktadır.Selamlığın doğusunda yer alan bölümün birinci katı doğu-batı doğrultusunda uzamakta olup kareye yakın dikdörtgen bir plana sahiptir. Bu kata giriş güney tarafta yer alan günümüzde camekanla kapatılmış yuvarlak kemerli eyvan şeklinde bir bölümden sağlanmaktadır.Haremlik bölümü yapının en görkemli kısımdır. Bu bölüm 2 kattan oluşmakta ve kuzey-güney yönde dikdörtgen planlıdır.Birinci katta üç oda ve ıslak hacimlere yer verilmiştir. Birinci katın avluya bakan cephelerinde sütunlar üzerine oturan revak tarzında bir bölüm yer almaktadır.Haremlik ve Selamlık bölümleri arasında üst katlara ve dama çıkışı sağlayan merdiven ve merdivenlerin altında ise ıslak hacimlere yer verilmiştir.Haremlik bölümünün üst katı büyük tek mekandan oluşmaktadır.











KAYNAKÇA
§Türk Hayatlı evi, Kuban,Doğan
§Anadolu’da ev ve insan, Sözen,Metin
§Anadolu mirasında Türk evleri, Küçükerman,Önder
§Geleneksel Urfa evlerinin mimari özellikleri, Akkoyunku,Zahide
§Türk evi, Bektaş,Cengiz

Aynalıkavak Kasrı Üzerine

                                          Haliç’in coğrafi konumu
Haliç, İstanbul’da, Çatalca Yarımadası’nın güneydoğu ucunda bulunan, Alibeyköy ve
Kağıthane derelerinin birleşip döküldüğü yerden Marmara Denizi ile Boğaziçi’nin karıştıkları
yere kadar uzanan coğrafi bir oluşumdur. Sarayburnu’ndan itibaren kuzeybatıya doğru uzanan
derin bir girinti şeklindedir. İstanbul ve Beyoğlu platolarını birbirinden ayıran Haliç,
kuzeybatı - güneydoğu doğrultusunda 7.5 kilometre boyunca uzanmaktadır.
Haliç’in ve Boğaziçi’nin oluşumu, II. ve III. Jeolojik Zaman’da ortaya çıkan yükselme ve
sıkışmalara dayanmaktadır. Boğazların eski devirlerde vadi oldukları, akarsular tarafından
kazıldıkları, sonra deniz seviyesinin yükselmesiyle deniz istilasına uğradıkları kabul
edilmektedir. Boğaziçi ile birlikte Haliç yatağı da kırılmış ve Kağıthane ile
Alibeyköy derelerinin birleştiği yerde bir akarsu vadisine dönüşmüştür. IV. Zaman’da son
buzul çağı sonrasında buzulların erimesi sonucu, denizler yükselerek bu vadiyi doldurmuş ve
böylece Haliç meydana gelmiştir. Bu tür bir oluşum, coğrafyada “ria” terimiyle tanımlanan
derin körfez (deniz istilasına uğramış vadi) tipidir (Eyice, 1997: 264). Bu oluşumun
Arapça’daki karşılığı olan “Haliç” kelimesi, Osmanlı Dönemi’nden itibaren bölgenin özel
ismi olmuştur. Arap müellifleri, Haliç’i “Halîcü’l-Kustantîniyye” veya kısaca “Halîc” olarak
adlandırmışlar, bazen de bu tabirle Boğaziçi ve Marmara Denizi’ni de kastetmişlerdir. Haliç,
Osmanlı kaynaklarında da “Halîc-i Kostantîniyye”, “Halîc-i İstanbul” ve “Halîc” olarak
Geçmektedir.
                                          GEÇMİŞTE HALİÇ
Kıyı jeomorfolojisinde ria olarak adlandırılan Haliç, tarihsel süreç içerisinde bölgede yaşayan tüm medeniyetlerin dış dünya ile ilişkilerinde önemli bir doğal bir liman ve su yolu işlevi görmüştür.
Bizans döneminde bölge,özellikle Eyüp çevresi önemli mesire alanlarındandır. Bölge; kıyıdan itibaren yamaçlara doğru gelişen bağ ve koru özelliğindedir. Bu bölgeye çevrenin görünümünden dolayı 2.THEODOSİPOS zamanında Kosmodian(yeşil) adı verilmiştir. Haliç çevresi yoğun bitki örtüsü, dereleri ve adalarıyla Osmanlı döneminde de başta saray ve çevresi olmak üzere bir çok kesimin kullandığı mesire alanı, dinlenme yeri ve av sahası oluşmuştur.
Haliç’in Eyüp – Sütlüce dönüşünde Eyüp sahili kesimine yakın yerde bulunan, Lazlezar ve Gülizar adacıkları Bahariye adaları olarak adlandırılmaktadır. Günümüzdeki yaygın kanının aksine bu adacıklar kirlilik nedeniyle oluşmuş formasyonlar değildir. Bizans dönemindeki birçok kaynakta ve eski gravürlerde bu adacıkların varlığı ile ilgili bilgiye rastlamak mümkündür.
Nitekim, Evliya Çelebi Seyahatnamesinde bu bölgeden ‘Kalamış Mesiresi’ olarak söz ederek, bu adacıkların üzerinde çeşitli yaz eğlencelerin düzenlendiğini ve Ayvansaray’da bulunan çömlek atölyelerinin buradan aldıkları toprakla çalıştıklarını belirtmiştir. Melling’in bir gravüründe de çevresinde ördek, balık ve kerevit avlanan sularında, yüzülen bir dinlenme alanı olduğu görülmektedir.
Tarihi Eyüp mezarlığı sıratlarında Gümüşsuyu diye bilinen bölgede yer alan ve Pierre Loti Tepesi olarak ünlenen bu tepenin konumu ve manzarası 19.yy’da İstanbul’A gelen yabancıları etkilemiş çeşitli seyahatname ve kaynaklarda adına sıkça rastlanmıştır.
İstanbul’un Osmanlılarca fethinden itibaren bölgeye Osmanlı padişahları yoğun ilgi göstermişlerdi. Yakın geçmişte özellikle Lale devri olarak adlandırılan (1718-1730) yılları arasında Haliç’in sayfiye yeri olma özelliğinin ön plana çıkmasıyla, Kağıthane ve Eyüp çevresi sarayın en gözde mekanları olmuştur.Eyüp Bahariye’den, Taşburun’a kadar olan kıyı boyunca sultan ailelerine ait 30 kadar köşk ve yalılarının bulunduğu başta gravürler olmak üzere birçok kaynaktan anlaşılmaktadır.Eyüp sahillerinde ve Kağıthane’de Haliç’e akan temiz dereler etrafında bir çok sahil saray  inşa edilerek, özellikle Sadabat’ta su köşkleri, kasırlar ve çağlayanlar gibi zevk ve eğlence mekanları yapılmıştır.
Sultan II Mahmut dönemine kadar Bizans ve Osmanlı dönemi dahil olmak üzere Haliç çevresi, Alibey ve Kağıthane dereleriyle, bu dereler ve bahariye adaları etrafında yapılan sandal gezintileriyle, çevresindeki yoğun ormanlık saha ile İstanbul’un en önemli sayfiye yeri olmuştur.
                                            GÜNÜMÜZDE HALİÇ
Günümüzde Haliç çevresi barındırdığı eski doğal güzellikleri pek koruyamamıştır. Osmanlı Türk döneminden itibaren büyük bir yerleşme sahası olarak ön plana çıkan Eyüp çevresine yapılaşmalar başlamış, sahil şeridi ve ormanlık saha konut alanları haline dönüşmüştür. Tanzimat’tan itibaren başlayan batılılaşma çerçevesindeki bölgede tesis ilan edilen sanayi kuruluşları Haliç kıyılarında boy göstermeye başlamıştır. Haliç ve çevresindeki kirlenme süreci 1939 yılında H.Prost tarafından yapılan planla hızlanmıştır. Bu plan ile birlikte İstanbul’un sanayi alanı olarak değerlendirilen Hali çevresi ile Alibeyköy ve Kağıthane dereleri çevresinde irili ufaklı bir çok sanayi tesisi yapılmıştır.
Bölgede hızla çoğalan sanayi tesisleri ile çevrede yoğunlaşan yerleşmeler atık sularını Haliç’e boşaltmaya başlamış, haliç tabanı atık birikmeleri ile hızla dolmuştur. Bu aşırı kirlilik eskiden sayfiye bölgesi olarak bilinen Bahariye adaları ve çevresinde çamur adacılarının oluşmasına sebebiyet vermiştir. Haliç’e dökülen Alibeyköy ve Kağıthane dereleri etrafındaki sanayi tesisleri de atık sularını bu derelere boşaltmışlar, bununla birlikte yakın geçmişe kadar varlığını sürdüren Unkapanı Meyva Hal’i, Haliç’in kirlenmesinde büyük rol oynamışlardır.
Bunun yanı sıra Haliç’in kuzey kıyı bandında yer alan Haliç, Camialtı ve Taşkızak tersaneleri önemli kirletici kaynakları oluşturmuşlardır. Haliç’teki su sirkülasyonunu önleyen eski Galata köprüsü ile halen faal durumda bulunan Unkapanı köprüsü, Haliç’in ağzını tıkayarak su akışına engel teşkil etmişlerdir. Tarihte ulaşım ve ticaret açısından önemli bir yeri bulunan Haliç su yolunun özellikle E-5 köprüsünün batısında kalan bölümünde yeterli derinliğini kaybetmesi, küçük teknelerle bile deniz ulaşımının yapılamamasına neden olmuştur.
Temizleme çalışmalarından önce Haliç’Teki su kalitesine bakıldığında oksijensiz bir ortamın varlığından söz edilebilir. Bu, haliç sularında hiçbir canlının yaşamaması anlamına gelmektedir. Diğer taraftan, bölgede oluşan ağır koku, iki yıl öncesine kadar, insanların solunumunun zorlaştırıcı hale gelmiştir.
Gelişen sanayi ile birlikte Haliç çevresinde doğal ortamın tahrip edilerek yerleşme sahalarına dönüştürülmesi de doğal çekiciliklerin yok olmasında en büyük etmenlerden biridir.



                                            AYNALIKAVAK KASRI (TARİHİ TÜRK ÇALGILARI MÜZESİ)
Osmanlı imparatorluğu döneminde Tersane Sarayları olarak bilinen yapılar grubundan günümüze ulaşabilen tek yapıdır. Hasköy’de Aynalıkavak Caddesi üzerinde bulunan yapı;  Camialtı ve Taşkızak tersaneleri arasında adeta kaybolmuştur. Gerek deniz tarafından, gerekse kara tarafından kasır görülememektedir.
Bizans döneminde, bölge; kıyıdan itibaren Okmeydanı- Kasımpaşa sırtlarına doğru gelişen bir bağ ve koru özelliğindeydi. İstanbul’un Osmanlılarca fethinden itibaren bölgeye Osmanlı padişahları yoğun ilgi göstermişlerdir. Osmanlı Tersane sektörünün Kasımpaşa’da gelişmesiyle bölgeye ‘Tersane Has bahçesi’ adı verilmiştir. Bölgedeki yapılaşma I. Ahmet döneminde (1603-1617) başlamış, bu dönemden itibaren yapılan çeşitli yapılan inşa edilerek Tersane sarayı yapılar topluluğu elde edilmiştir.
Tersane sarayları kapsamında yer alan Aynalıkavak kasrı, III. Ahmet döneminde (1703-1730) yaptırılmıştır. Aynalıkavak kasrı, Sultan III.Selim döneminde (1789-1807) kapsamlı bir düzenlemeden geçirilerek bugünkü  görünümüne kavuşmuştur. Yapı; deniz cephesinde iki, kara cephesinde ise tek katlıdır. Son dönem Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan bu kasır, iç mekan süslemeleri ve döşemeleriyle III.Selim döneminin zengin kültürünü yansıtmaktadır.
Aynalıkavak kasrının giriş bölümünde III. Selimin besteci yönü göz önüne alınarak Tarihi Türk Çalgıları Müzesi oluşturulmuştur.Kasırda zaman zaman ulusal ve uluslar arası nitelikte resepsiyonlar verilmekte  ve Türk Sanat Müziği konserleri düzenlenmektedir.
Haliç çevresinin önemli turizm mekanlarından biri olan Aynalıkavak Kasrı’nın günümüzde çok fazla ziyaret edildiği söylenemez. Çoğunlukla kapalı tutulan mekanın en büyük kaybı tersanelerdir.













KAYNAKÇA
Kahraman, Cengiz. ‘’Haliç çevresinin turizm coğrafyası’’ yayımlanmamış yüksek lisans tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi, 2002.
Yılmaz, G.Işık ‘’Haliç kıyı şeridinde sanayileşme ile ortaya çıkan kentsel dönüşüm’’ yayımlanmamış doktora tezi. İstanbul: Yıldız Teknik Üniversitesi, 2008.


Kemer Çizimi


Mihrapları tanıyalım

MİHRAP
Osmanlı mimarisinde, 14. yüzyılın ortalarından 19. yüzyılın sonlarına kadar olan genis zaman dilimi içerisinde yapılan selâtin cami mihrapları, tasarım ve süsleme özellikleri bakımından ait oldukları dönemlerin genel mimari üslûplarını tasırlar. 14. ve 15. yüzyıllara tarihlenen erken dönem Osmanlı selâtin cami mihraplarında, Ortaçağ uygulamalarının etkisiyle biçimlendirilen bazı yeni denemeler göze çarparken, 15. yüzyılın ikinci yarısından itibâren klâsik özellikler gösteren mihraplar ortaya konmustur. 16. yüzyılda, Hassa Mimarbası Koca Sinan’la gelisen klâsik Osmanlı mimarlığına özgü mihrap semaları, özellikle taç ve çerçeve tasarımları açısından anıtsal Osmanlı mihraplarının karakteristik örneklerini teskil etmektedir. 18. yüzyıla kadar devam eden klâsik uygulamalarda; malzeme ve teknik kullanımı, elemanların biçimlendirilisleri ve süsleme özellikleri bakımından bir üslûp birliğinin izlendiği görülmektedir. Osmanlı sanatına Lâle devrinden sonra katılan batılı üslûpların etkisi, 18. ve 19. yüzyıllarda gerçeklestirilen mihrap uygulamalarına da yansımıstır. Geç dönem Osmanlı selâtin cami mihraplarında, klâsik elemanların barok bir anlayısla yeniden yorumlanarak, süslemelerde rokoko, ampir ve seçmeci üslûpların bas gösterdiği izlenmektedir. Bu çalısmada ele alınan 36 adet mihraptan; 10’u erken, 13’ü klâsik ve 13’ü de geç Osmanlı dönemine tarihlenen özgün uygulamalar olup, bu mihrapların “yapıda yerlestirilis” esasları, “malzeme-teknik” özellikleri ve “elemanların” biçimlenis ve “süsleme” kompozisyonlarına göre yapılacak karsılastırmalı bir değerlendirmeyle, Osmanlı Selâtin Cami Mihrapları’nın dönemleri içerisindeki genel tasarım ilkelerini belirlemek ve bunlar üzerine bazı önemli sonuçlara ulasmak mümkün gözükmektedir.
YAPIDAKİ YERİ
Osmanlı selâtin cami mihrapları, Türk mimarisindeki kubbe örtülü plân semalarında uygulanan genel usûle göre; kıble duvarı ortasına, kuzey girisi aksına yerlestirilerek, nis derinliği duvar kalınlığı içerisinde çözümlenmistir. İç mekânda ise kullanılan malzemenin yanı sıra mihrap ile harim arasındaki boyutsal oran nispetinde bir çıkıntı olusabilmektedir. Buna ilâveten, mihrap ve kıble duvarı arasındaki doluluk-bosluk oranlarında ve mihrap cephesinin kalemisi veya çini duvar süslemeleri ile beraber düzenlenen kompozisyon semalarında bir bütünlük anlayısı hakimdir. Nitekim birçok örnekte, altlı-üstlü pencere söveleri ile mihrap çerçevesinin bitisik tutulduğu görülmektedir. Cami zeminin mihrap önünde bir basamak kadar yükseltilmesi de Osmanlı mimarisinde izlenen akustik islevli uygulamalar arasındadır.
MALZEME VE TEKNİK
Anıtsal Osmanlı mimarisinin karakteristik yapı malzemelerinden birisi olarak mermer, selâtin cami mihraplarında da en çok kullanılan malzeme türüdür382. Bu mihrapların tamamına yakını mermer malzemeden teskil edilmis olmakla birlikte erken Osmanlı döneminde, iki örnek dısında alçı mihrap geleneğinin sürdürüldüğü ve ayrıca 15. yüzyıl Türk Sanatı’nın iki önemli çini mihrabına da yer verildiği görülmektedir. Osmanlı Selâtin Cami mihrapları, isçilik ve süsleme teknikleri bakımından da dönemlerinin ileri düzeydeki uygulamalarıdır.
MERMER
Erken dönem Osmanlı Selâtin Cami mihraplarından, Edirne Eski (1414) ve Üç Serefeli (1447) camilerinin mihrapları dısında mermer malzemenin kullanıldığı baska bir örnek bulunmamaktadır. Her iki mihrabın da ana yapım malzemesi beyaz mermer olup, Edirne Eski Camii mihrabı, zaman asımı ve onarımlar sonrasında özgün görünümünü büyük ölçüde yitirmistir (41. Fotoğraf). Edirne Üç Serefeli Camii mihrabında ise klâsik tarzda, gövdeleri yekpare konglomera türü koyu yesil renkli mermerden teskil edilmis köse sütuncelerine rastlanılmaktadır (80. Fotoğraf). Klâsik Osmanlı dönemi Selâtin Camii mihraplarında mermer ana yapım malzemesidir. Daha çok beyaz mermerin (Malikî / Marmara384 / Kapudağ) kullanıldığı bu dönemde, Konya Sultan Selim Camii (16.yy.’ın ikinci yarısı) mihrabı, yöresel bir malzeme olan “gök mermer”den (Bozdağ) yapılmıs olmasıyla farklılık göstermektedir. Edirne Selimiye Camii (1575) mihrabında ise çerçeve bölümünün iç kısmında traverten cinsi, farklı türde mermere yer verilmistir (156. Fotoğraf). Birbirine benzer iki farklı tonda boz mermerin, almasık tarzda kullanıldığı bir diğer uygulama Konya-Karapınar Sultan Selim Camii (1563) mihrabının nis seviyesinde izlenmektedir. Klâsik dönem selâtin cami mihrapları beyaz mermerin dısında köse sütuncelerinde kullanılan siyah (Sam / Üsküdar) ve kırmızı-visne çürüğü (somaki / serçe gözü) renkli mermerlerle dikkati çekmektedir. Đstanbul Fatih Camii (1470), Edirne II. Bayezid Camii (1488), Đstanbul Sultan Selim Camii (1522) ve Sultan Ahmet Camii (1617) mihraplarının köse sütuncelerinde gövde bloğu olarak kullanılmıs, siyah konglomera cinsi renkli mermerler görülmektedir. Tokat Hatuniye Camii (1485) ve Đstanbul Bayezid Camii (1505) mihraplarında da yine siyah renkli mermerlerden yapılmıs sütunce gövdeleriyle karsılasılmaktadır. Siyah mermerin dısında, Amasya II. Bayezid Camii (1486) ve Manisa Muradiye Camii (1586) mihraplarının köse sütuncelerinde, kırmızı-visne çürüğü renkli mermerlerin kullanıldığı, tek parça gövde blokları yer almaktadır.
Geç dönemde tamamen beyaz Marmara mermerinden yapılan örneklerle birlikte, farklı tür ve renklerdeki mermerlerin dekoratif malzeme olarak kullanıldığı selâtin cami mihrapları da bulunmaktadır. 18. ve 19. yüzyıl selâtin cami mihraplarında; gri, siyah, kırmızı, kahverengi, yesil, sarı, seffaf beyaz ve pembe renkte mermer ve konglomeradan yapılan elemanlar sayesinde daha gösterisli mihrap cepheleri olusturulmustur. Genellikle sütun, sütunce ve pilaster görünümü olarak ve aynı zamanda taç, köselik, kasvara ve nis bölümlerinde kullanılan renkli mermerlerin tercih edildiği mihrap uygulamalarıyla; Đstanbul-Üsküdar Ayazma (1761), Laleli (1763), Nusretiye (1826), Hırka-i Serif (1851) ve Ortaköy (1854) camilerinde karsılasılır. Diğer örneklerde ise beyaz Marmara mermerinin hakim olduğu tek renkli cephe görünümleri izlenmektedir.
TEKNİK: Mermer malzemeli mihraplarda, basta silme ve mukarnas isçilikleri olmak üzere zemin oyma, kakma ve boyama tekniklerinde yapılmıs süslemeler görülmektedir. Bu süslemeler içerisinde eğri kesimli oyma kompozisyonları da yer almaktadır. Bağlayıcı malzeme niteliğinde kireç harcının kullanıldığı mermer mihraplar arasında, mumluk-samdan türü aydınlatma araçlarına ait madeni aksamlara rastlanılmakla birlikte, Osmanlı mihraplarının kuruluslarında demir kenet ve mil gibi unsurların kullanılıp kullanılmadığı konusunda kesin bir bilgiye sahip değiliz. Ancak, 17. yüzyılla birlikte pirinç malzemeden yapılmıs, mihrap sütun ve sütunce bileziklerine rastlanılmaktadır. Erken dönem mermer örneklerinden, Edirne Eski (1414) ve Üç Serefeli (1447) camilerinin mihraplarında, silme ve mukarnas isçilikleri ile birlikte oyma ve boyama tekniklerinde yapılmıs süslemelere yer verilmistir. Klâsik dönem Osmanlı Selâtin Cami mihraplarında düz, içbükey ve dısbükey
silmelerden meydana getirilen çerçeve düzenlemeleri ile mukarnas dolgulu kavsaralar karakteristiktir. Taç ve alınlık bölümlerinde yoğunlasan zemin oyma tekniğinde yazı ve bitkisel kompozisyonlar, altın yaldız boyayla zenginlestirilmislerdir. Bu kompozisyonlarda fon rengi olarak yesil ve mavi tonlarında boyaların kullanıldığı da görülür. Taç ve alınlık bölümleri, zemin oyma ve boyama teknikleriyle süslü mihraplar arasında İstanbul Fatih Camii (1470) mihrabı ile Mimar Koca Sinan tarafından gerçeklestirilen İstanbul Sehzade (1548), Süleymaniye (1556) ve Edirne Selimiye. (1575) camilerine ait mihraplar önemli örnekler olarak zikredilebilir.
Bunların dısında; Manisa Muradiye (1586) ve İstanbul Sultan
Ahmet (1617) camilerine ait mihraplar, yoğun boyalı süslemeleriyle karsımıza çıkarlar
Sultan Ahmet Camii mihrabı taç, alınlık ve köselik
bölümlerinde gerçeklestirilen eğri kesimli zemin oyma bitkisel kompozisyonlar ve nis
bölümünde yapılan kakma tekniğinde renkli mermerden süslemeleri ile döneminin
dikkat çeken örnekleri arasındadır. İstanbul Sehzade Camii
mihrabının taç bölümünde, yine eğri kesim tekniğinin uygulandığı palmet dizisi göze
çarpmaktadır.Geç dönem selâtin cami mihraplarında, mermer malzeme üzerinde
gerçeklestirilen barok silme ve mukarnas isçiliklerinin yanı sıra oyma ve boyama
tekniklerindeki süslemelerin kullanımı devam ettirilmistir. Bu dönemde yaygınlık
kazanan renkli mermer kullanımına paralel olarak geçme ve kakma teknikleri ile
olusturulmus süslemelerde de bir artıs gözlenmektedir. Đstanbul-Üsküdar Ayazma Camii
(1761), Laleli Camii (1763) ve Ortaköy Camii (1854) mihraplarında renkli mermer
kakmaların güzel örnekleri sergilenmektedir. (195., 199-200., 250-253. Fotoğraf)
Đstanbul Ayazma Camii ile Hırka-i Serif Camii (1851) mihraplarının geçme usûlüyle
yapılmıs çerçeve düzenlemeleri, geç dönem mihraplarındaki malzeme-teknik
kullanımının çesitliliğini göstermesi bakımından önem arz etmektedir.Osmanlı Selâtin Camii mihraplarının son örnekleri arasında sayabileceğimiz
İstanbul Yıldız Hamidiye Camii (1886) mihrabında ise, yine klâsik tarzda silme ve
mukarnas isçilikleriyle birlikte oyma ve altın yaldız boyama teknikleriyle olusturulmus
süsleme anlayısına doğru bir geri dönüsten söz edilebilir.
ALÇI:
Erken dönem dısında, Osmanlı selâtin cami mihraplarında alçı kullanılmamıstır.
Erken Osmanlı selâtin cami mihraplarının büyük bir bölümü ise alçı malzemeyle
gerçeklestirilmistir. Bursa Orhan Camii (1340), Hüdavendigâr Camii (1385), Yıldırım
Camii (14. yy. sonları), Ulu Camii (1399) ve Bergama Yıldırım Camii (1399) ile
Merzifon II. Murad Camii (1426) mihrapları alçı malzemenin kullanıldığı erken
Osmanlı örnekleridir.
TEKNİK: Erken dönem Osmanlı selâtin cami mihraplarında sıva ve kalıplama
olmak üzere iki ayrı alçı yapım tekniğine rastlanılmaktadır.
Bursa bölgesinde yer alan; Hüdavendigâr Camii, Yıldırım Camii ve Ulu Camii
mihrapları, duvarı teskil eden tas veya tuğla malzeme üzerine alçı sıvayla
gerçeklestirilmis 14. yüzyıl uygulamalarıdır. Her üç mihrapta da izlenen boyalı
süslemelerin özgünlükleri hakkında elimizde kesin bir bilgi bulunmamaktadır.
Erken dönemde alçı kalıplama tekniğiyle olusturulmus selâtin cami
mihraplarıyla; Bursa Orhan Camii, Bergama Yıldırım Camii ve Merzifon II. Murad Camii’nde karsılasılmaktadır.Beylikler devriyle çağdas buuygulamalar ile Ankara bölgesine has alçı
mihraplar arasında, elamanların biçimlendirilis ve süsleme kompozisyonları bakımından yakın iliskiler kurulabilir.
ÇİNİ:
15. yüzyıl erken Osmanlı mimarisi örneklerinden, Bursa Yesil (1419) ve Edirne
Muradiye (1436) camilerinde, Türk çini sanatının iki önemli uygulamasına yer
Verilmistir.Bu iki örneğin dısında kalan Osmanlı selâtin
camilerinde, çini mihrap uygulamasıyla karsılasılmamaktadır.
TEKNİK: Osmanlı çini sanatında renkli sır tekniğinin kullanıldığı ilk mihrap
örnekleriyle, Bursa Yesil ve Edirne Muradiye camilerinde karsılasılır. Bu iki örnek,
Bursa Yesil Camii mihrabının sağ tarafındaki sütuncesi üzerinde yer alan “Tebrizli
ustalar” kitabesine göre, Anadolu’ya Ankara Savası’ndan (1402) sonra gelen doğulu
sanatkârlara mâl edilmektedir. 15. yüzyılın ilk yarısında renkli sır
tekniğinin kullanıldığı diğer örnekler olarak, Bursa Yesil Türbe mihrabı ile günümüzde
İstanbul Türk-İslam Eserleri (Çinili Kösk) Müzesi’nde sergilenmekte olan Karaman
İbrahim Bey İmareti’ne (1433) ait mihrap gösterilebilir. Edirne Muradiye Camii
mihrabında, renkli sır tekniğiyle üretilen çinilerden baska, çerçeve ve kavsara
bölümlerinde seffaf sırlı mavi-beyaz çiniler de kullanılmıstır.
MİHRABIN ELEMANLARI

Osmanlı Selatin Cami mihrapları ana elemanları itibarıyla; tac, cerceve, alınlık,koselik, kavsara, nis, sutunce ve oturtmalık bolumlerinden meydana gelmektedir.
TAÇ:Erken donem Osmanlı selatin cami mihraplarının tac tasarımlarında uc farklı uygulamaya gidilmistir. Bunlar, silme ya da duz kenarlı sacak tablası seklindeki duzenlemelerden baska, tepelik dizilerinden olusan dikdortgen tasarımlar ve ucgen bicimlerinden meydana getirilen tac kompozisyonları olarak gruplandırılabilir.
Klasik donem Osmanlı selatin cami mihraplarında ucgen bicimli tac tasarımları ağırlıktadır. Bunların dısında bazı tasra uygulamalarında, tepelik motiflerinden olusan dikdortgen gorunuslu tac duzenlemeleri ile cerceve bolumu uzerinde tacı bulunmayan mihraplara da rastlanılmaktadır.
Gec donem selatin cami mihraplarında, klasik bicimlerin barok bir anlayısla yeniden yorumlandığı tac tasarımları hakimdir. Bu donemde sutun ve pilaster gorunumlerinden olusturulan mihrap cercevelerine bağlı olarak tac duzenlemelerinin de icbukey, dısbukey ve duz silmeli kornislerden teskil edilen sacak tablaları uzerine oturtulduğu gorulmektedir. Klasik donem taclarının duz ve keskin hatlardan olusan ucgen bicimleri, gec donemde yerlerini, “S” ve “C” kıvrımlarıyla hareketlendirilen ucgen gorunumlu tasarımlara bırakmıstır. Bu ucgen gorunumlu tac panolarının iki yanında barok alem veya rokoko uslubunda vazolarla duzenlenen tepeliklere de rastlanabilmektedir. Bazı mihraplarda ise tac panosunun bulunmadığı ve ustte sadece kornis seklindeki sacak tablasına yer verildiği gorulmektedir.

ÇERÇEVE:
Erken donem Osmanlı selatin cami mihraplarında malzeme turlerine gore değisiklik gosteren cerceve tasarımları izlenmektedir. Alcı ve cini mihraplarda bitkisel, geometrik, mukarnas ve yazı suslemeli bordurlerle duzenlenen cerceveler kullanılırken, mermer uygulamalarda icbukey, dısbukey ve duz silmelerden olusturulan cerceve tasarımlarıyla karsılasılmaktadır.(TABLO-4)
Klasik donem Osmanlı selatin cami mihraplarında, cephe duzenlerine gore belirlenen dort farklı tipte cerceve tasarımı Tespit edilmistir. Bunlar; “ters ‘U’ bicimli silmelerden meydana getirilenler”, “dort yonde dolasan silme ve bordurlerin kullanıldığı ornekler”, “silme takımları, kose sutunceleri ve alınlık seviyesinde yer alan bir perde panosuyla duzenlenmis olanlar” ve “iki yanda sutun-sutun gorunumleri ile ic kısımda dolasan silmelerle olusturulmus” cerceveler olarak gruplandırılabilmektedir.(TABLO-5)
Gec donem Osmanlı selatin cami mihrap cercevelerinde, 18. yuzyılın ikinci yarısından itibaren kullanılan pilaster gorunumleri ve kornis silmeleri ile birlikte nis, kavsara ve alınlık seviyelerinde yatay kademeler halinde duzenlenen barok tasarımlar izlenmektedir392. Bu donemde uc farklı tipte barok cerceve tasarımlarıyla karsılasılmaktadır. Daha cok, “iki veya uc kademe halinde sutun ve pilaster gorunumleriyle duzenlenen cerceveler” ağırlıklı olmak uzere, “iki yanda birer sutun ya da pilaster gorunumu ile ic kısımda dolasan silme veya bordurlerden meydana getirilen uygulamalar” da kullanılmıstır. Bu iki ana seklin dısında, klasik tipte ters “U” bicimli silmelerle duzenlenmis cercevelere de rastlanılır.

ALINLIK:
Osmanlı selatin cami mihraplarında, cerceve ile koselik bolumleri arasına yerlestirilmis dikdortgen yazı cerceveleri ile duzenlenen alınlıklar karakteristiktir. Bu cerceveler, ince silmelerle kusatılarak mihrap yuzeyinden cıkıntılı ya da icerlek tutulmuslardır. Cerceve icerisindeki yuzeysel oyma yazı kompozisyonlarında, zemin rengi genellikle siyah veya koyu yesil olmak uzere hat suslemeleri altın yaldız - islidir- boyalıdır. Bunların dısında kalemisi veya renkli sır tekniğiyle gerceklestirilmis uygulamalara da rastlanılmaktadır. Yazı kompozisyonlarında celi sulus hat basta olmak uzere, erken donem orneklerinde kufi de kullanılmıstır.

KÖŞELİK:
Osmanlı selatin cami mihraplarında cerceve, alınlık ve kavsara bolumleri arasında kalan ucgen bicimli koselikler kullanılmıstır. Bu ucgen koseliklerin ic kenarları kavsara ağzına gore bicimlenmektedir. Koseliklerin erken ve klasik orneklerinde, mukarnaslı kavsaralara uygun dik koseli kademelerle duzenlenen ic kenarlar, gec donem uygulamalarında kavsaranın yarım daire kemeri veya “S” - “C” eğrileriyle sekillendirilmistir. Selatin cami mihrap koselikleri genellikle ince silmelerle kusatılarak, mihrap yuzeyinden hafif cıkıntı yapan tablalar halinde duzenlenmislerdir. Bunun dısında cercevesiz, duz yuzeyli koselik uygulamalarına da rastlanılmaktadır. Kavsarayı iki yandan saran ucgen koselikler, ortada coğunlukla kesintisiz birlesmekle birlikte bir sus oğesi veya tepe nisi ile iki es parcaya da ayrılabilmektedir. Osmanlı selatin cami mihrap koseliklerinin, daha cok klasik mermer uygulamalarda suslemesiz bırakılmalarına karsılık, erken donemde yapılan alcı ve cini mihraplar ile gec donem orneklerinde bakısımlı kompozisyonlarla suslendikleri gorulmektedir. Ayrıca belirli mihrapların koseliklerinde kabara, madalyon ya da gulceler yer almaktadır.

KAVRASA:
Osmanlı selatin cami mihraplarında, nis uzerinde mukarnas dolgulu kavsara kullanımının 18. yuzyıl ortalarına kadar klasik bir bicim halinde devam ettirildiği gorulmektedir. Gec donemde, bu klasik bicim yerine barok mukarnas ya da icbukey ve dısbukey silmeler ile birlikte yarım kubbe gorunumlerinden olusan kavsaralar da kullanılmıstır.

NİŞ:
Osmanlı selatin cami mihraplarında yarım daire, dikdortgen ve poligonal planlı nisler kullanılmıstır. Erken donem Osmanlı selatin camilerinde, yarım daire ve poligonal planlı mihrap nislerinden baska, Selcuklu uslubunu yansıtan dikdortgen planlı uygulamalar olarak “ic ice cift nis”le duzenlenmis ornekler de mevcuttur.(TABLO-16)
Klasik donem Osmanlı selatin cami mihrap nisleri ekseriyetle yedi kenarlıdır.(TABLO-17)
Gec donem Osmanlı selatin cami mihraplarında, yarım daire veya poligonal planlı olmak uzere iki farklı tipte nis tasarımıyla karsılasılmaktadır.

SÜTUNCE:
Erken ve klasik donem Osmanlı selatin cami mihraplarında sutunce kullanımı yaygındır. Mihrap nisinin ağız kenarlarında pahlı veya kare planlı alanlar olusturularak yerlestirilen bu kose sutunceleri, silindirik bir govde ile birlikte kullanılan farklı tiplerdeki baslık ve kaidelerden meydana gelmektedir400. Ayrıca 17. yuzyıldan itibaren, sutunce govdelerinin baslık ve kaide birlesim yerlerine gecirilmis madeni bilezikler de bulunmaktadır. Nis kenarlarını yumusatmanın otesinde, mihrap cephelerini hareketlendiren dekoratif bir eleman olarak sutunceler, govde bicimlendirilislerine gore iki farklı tip arz ederler. Osmanlı selatin cami mihraplarında renkli mermer malzemeden yapılmıs bağımsız silindirik govdeli sutuncelerin dısında, Hassa Mimarbası Koca Sinan doneminde, mihrap nisiyle butunlesen silindirik govdeli sutunceler de gelistirilmistir. Baslık ve kaide bicimlerinde bakısımlı tasarımlar hakim olmakla birlikte, klasik donemde mukarnaslı ve kum saati bicimli iki kademeden olusturulan duzenlemeler, bu donemde yapılan tac kapı ve mihrap sutuncelerinin karakteristik unsurlarıdır.

(Laleli Camii)

(Bursa Hüdavendigar Camii)

(Eyüp Sultan Camii)

(İstanbul Beylerbeyi Camii)

(Süleymaniye Camii)
 
(Sultan Selim Camii)

(İstanbul Bayezid Camii)
  
(İstanbul Ayazma Camii)


KAYNAKÇA

Bozkurt, Tolga., Osmanlı Selatin Cami Mihrapları, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), Konya, 2006
Acıkgozoğlu, A.S., Osmanlı Camisinde Mihrab Onu Mekanı, (MU Turkiyat Arastırmaları Enstitusu Turk Sanatı Anabilim Dalı, Yayınlanmamıs Doktora Tezi), İstanbul, 2002.
Arseven, C.E., Sanat Ansiklopedisi, Cilt: II, İstanbul, 1947.Sanat Ansiklopedisi, Cilt: III, İstanbul, 1966.
Aslanapa, O., Osmanlı Devri Mimarisi, İstanbul, 1986.
Bakırer, O., Onuc ve Ondorduncu Yuzyıllarda Anadolu Mihrabları, Ankara,1976.
Cakır, A., Edirne Mihrapları, (İU Edebiyat Fakultesi Sanat Tarihi Bolumu,Yayınlanmamıs Lisans Tezi), İstanbul, 1975.
Dayanık, O., Sivrihisar Mihrapları, (SU Fen Edebiyat Fakultesi Sanat Tarihi Bolumu, Yayınlanmamıs Lisans Tezi), Konya, 2003.
Erkut, E., Bursa Mihrap ve Minberleri, (İU Edebiyat Fakultesi Sanat Tarihi Bolumu,Yayınlanmamıs Lisans Tezi), İstanbul, 1979.
Eskici, B., Ankara Mihrabları, Ankara, 2001.
Seckin, E., İstanbul Camilerinin Tas Mihrapları, (İU Edebiyat Fakultesi Sanat Tarihi Bolumu,Yayınlanmamıs Lisans Tezi), İstanbul, 1974.
Uluengin, Bülent., Osmanlı Anıt Mimarisinde Klasik Yapı Detayları, İstanbul, 2007.